Özel eğitim alanında her davranış bir sinyal, her sessizlik bir çağrıdır. Davranışın ötesini görebilmek, çoğu zaman yalnızca eğitimsel değil; psikolojik bir derinlik, anlayış ve sezgi de gerektirir. Bu noktada psikolog kimliğim, özel eğitimci rolümle iç içe geçer. Çünkü bir çocuğun kriz anında attığı çığlık, sadece duyusal bir aşırı yüklenmenin değil, bazen görülmemenin, duyulmamanın da sessiz bir çığlığı olabilir.
Özel gereksinimli çocuklarla çalışırken yalnızca davranışları gözlemlemekle kalmayız; o davranışların ardında yatan duygusal süreçleri anlamaya çalışırız. Bir öğrencinin kalemini yere atması, yalnızca kurallara uymamak değil; belki de anlaşılmadığını ifade etme şeklidir. Tam da burada, psikolog perspektifi devreye girer: Duygusal ihtiyaçları anlamak, duyguları adlandırmak ve bu ihtiyaçlara uygun destekleyici bir ortam oluşturmak.
Örneğin, otizm spektrumundaki bir öğrencinin yoğun tekrarlayan davranışları bazen yalnızca rahatlatıcı bir rutin değil; belirsizlikle başa çıkmanın yollarıdır. Bu farkındalık, bize yalnızca davranışı değiştirmeyi değil; öğrencinin dünyasına saygıyla yaklaşmayı öğretir.
Özel eğitimde psikolojik bakış açısı, yalnızca kriz yönetiminde değil; ilişki kurarken, iletişimi desteklerken, motivasyonu inşa ederken ve öğrencilerin duygusal dayanıklılığını güçlendirirken de belirleyicidir.
Bu nedenle özel eğitimci olarak değil; aynı zamanda bir duygu dedektifi, bir bağ kurucu ve bir duygusal düzenleyici olarak da alandayım. Davranışların değil, duyguların izini sürerek.





